Fahri Bey'in Meleği

Geceye bir güzellik yapıp, ışığını bütün ihtişamıyla evrene yayan dolunay kadar yüce gönüllü bir adamdı Fahri Bey.
Kazandığı parayı hiç gocunmadan dağıtırdı ihtiyaç sahiplerine. Adım attığı her yerde sevdirirdi kendini. Gelip geçtiği her yerde bulurdu selam verecek birilerini. Pek mütevazı bir adamdı. Zengindi, elbette zengindi fakat gönlü cebinden daha doluydu. Bütün iyi huylar tek bir insan vücudunda toplanmış gibiydi. Ama sanıyor musunuz ki kusursuz bir insan vardır? Katiyen yoktur. Fahri Bey’in de bir eksiği şıpsevdiliğiydi. İnsan bilebilir mi onca iyi huyun arasından tek bir kötü huyun başına belalar açacağını? Yok, hiç sanmam, bilemez…
Şimdi Fahri Bey’in sevdalarını size anlatmaya kalksam bu öykü uzar gider. İyisi mi biz en büyük sevdasından, üç yıl öncesinden başlayalım…
Fahri Bey bundan tam 3 yıl önce, paralarını hiç eden sarışından sonra iyiden iyiye efkârlı bir adam olup çıkmıştı. Hiç âdeti değilken durup durup meyhaneye gider, şuncacık canıyla bir büyük rakıyı devirirdi. Fakat onu sarhoş eden mevzu rakı değil, rakıyı tek başına içmekti.
Yalnızlık, Fahri Bey için korkunç bir şeydi. Hatta öyle ki ölümden bile korkunç bir şey.
Melek’ten sonra bu yalnızlığına bir türlü çare bulamamıştı.
Gönlünün boşluğunun gün geçtikçe tedavi edilemez bir hâl aldığının farkındalığında olarak; şirket, ev ve meyhane arasında geçen günleri, birbirinin aynısıydı. O güler yüzlü, sevecen, eli açık adam; hoş-beş ettiği insanlara selam vermekten bile aciz bir adama dönüşmüştü. Hatta öyle ki şirketteki işleri bile aksatır olmuştu. Fahri Bey’in bu hâlini tüccardan manava bütün insanlık yadırgamış ve birtakım dedikodular peyda olunmaya başlanmıştı.
Vah vah, bu sarışın hatun dağ gibi adamı ne hâle getirmişti böyle! Canım Fahri Bey de bir tuhaftı, istese buradaki bütün kadınlar peşinde pervane olurdu, kendini bu kadar hırpalamaya değer miydi yani, hiç!
Değil dedikodu, kendi iç sesine kulak verecek hâlde değildi Fahri Bey. İşlerini yoluna koyduğu vakitte yine aynı meyhaneye atmıştı kendini. Kasanın biraz çaprazında duran iki kişilik masaların bir tanesine oturup, iki kişilik servis açtırmıştı.
Peki neden iki kişi? Bir dostunu mu bekliyor? Yoksa yine gönlünü bir güzele mi kaptırdı? Saatler geçiyor, duble duble rakılar içiliyor, masalar teker teker boşalıyor; sandalyeler masaların üzerine koyulup ters çevriliyor fakat Fahri Bey’in masasındaki o sandalye hiç dolmuyordu. Garson, tam Fahri Bey’i ‘’Kapatıyoruz ağabey.‘’ diye uyarıyordu ki arka taraftan gelen gümbürtüyle herkes yerinden sıçradı. Biri ya da birileri meyhanenin camlarını aşağı indirmişti. Patron söylene söylene dışarı çıktı ardından Fahri Bey ve garson da patronu takip etti. Dışarıda karanlıktan yüzünü seçemediğim zayıfça bir kadın, olanca sesiyle haykırıyordu.
‘’Allah belanı versin Neco! Alllaaahh belanı versin Necoo! ( Tüm gücüyle) A l l a h  b e l a n ı  v e r s i n  N e c o ! ‘’
Kim bu Neco? Bu kadar içten beddua ettirecek kadar ne yaptı bu kadına? Kadın da bir tuhaf, neden Neco’ya kızıp meyhanenin camlarını indiriyor? Neler oluyor yahu burada?
Sorgular sualler bir kenarda dursun bizim patron şimdiye kadar hiç tanık olmadığımız bir öfkeyle haykırıyor: ‘’ Ayten derhal eve git! Kırarım kız senin bacaklarını! ‘’
Haydaaa!
Ayten? Neco? Neco Ayten’e öfkeli, Ayten zaten Neco’yu parçalayacak. Yahu bizim patron ne ara Neco oldu ? Ne oluyor canım burada !?
-Patron, Allah aşkına neler oluyor?
-Karışma sen!
-Tamam güzel ağbeyim ben karışmayayım da benim kafa iyice karıştı onu ne yapacağız?
Kim karıştı kim karışmadı bilmiyorum ama ortalık iyice karışmışa benziyor.
Demeye kalmadan sokaktan geçen zabıta ekibi meyhanenin orada duruyor ve bir sorun olup olmadığını soruyor. Bizim patron zabıtaları ‘’çoluk çocuğun işi ‘’ diye geçiştiriyor. Zabıtalar uzaklaşır uzaklaşmaz Nam-ı diğer Neco, Fahri Bey’in gözünün içine öfkeli bir şekilde bakarak :
-Kapattık kardeşim! diyor.
Garibim Fahri Bey ne olup bittiğini anlayamadan garsonun cebine 200 kâğıt sıkıştırıp ellerini paltosunun cebine koyarak eve doğru yürümeye başlıyor. Yalnız ayakta durmakta biraz güçlük çekiyor. İçkinin küçük sürprizleri işte!
Fahri Bey tam sokağın başına yaklaşırken lambanın altında birinin olduğunu fark ediyor. Önce hayal mi gerçek mi olduğunu ayırt edemese de yaklaştıkça gerçekliğini idrak ediyor.
Bir dakika bir dakika! Bu az önce meyhanenin camlarını indiren o sıska kadın değil mi?!
Evet, ta kendisi. Dizlerine kapanmış hüngür hüngür ağlıyor. İşte Fahri Bey’in merakını giderecek fırsat ayağına geldi!
Fahri Bey kadının yanına usulca yaklaşıp:
-Hanımefendi iyi misiniz ? diyor. Kadın hiç istifini bozmadan:
-Rahat bırak beni! 
-Gecenin bu saatinde bir kadını bu hâlde tek başına bırakacak kadar düşmedim evelallah!
Fahri Bey’in bu sözünden sonra kadın başını hırsla kaldırarak:
-Sanane be ad…
Kadın sözünü bitirmeye kalmadan ikisi de beyninden vurulmuşa dönüyorlar. Çünkü bu kadın Fahri Bey’i kandırıp paralarını hiç eden sarışının ta kendisi!
Fahri Bey kireç kesmiş yüzüyle birkaç kez kekeleyerek:
-Melek… Ama… Ama nasıl olur?
-Benim adım Melek falan değil, Ayten’im Ben Ayten! Duyuyor musun, Ayten!
-Bunca zamandır neredeydin Melek? Aylarca seni aradım, aylarca seni bekledim. Neden Melek ?
-Fahri bana Melek demeyi kes artık!
-Saçların… Saçların sapsarıydı..
-O da yalandı işte! Tıpkı adım gibi, sevgim gibi, sözlerim gibi o da yalandı! dedi ve arkasına bile bakmadan koşarak uzaklaştı kadın. Zavallı Fahri Bey öylece kalakaldı. Ne gitme diyebildi, ne beni bırakma diyebildi. Öylece kalakaldı.
Fahri Bey saatlerce meleğinin gittiği yöne doğru baktı durdu.. Etraf iyice aydınlanmaya başlamıştı. Birazdan fırından ekmek kokuları yükselmeye başlardı. Gitmeye niyetinin olmadığını düşündüğüm Fahri Bey derin bir oh çekerek yavaş adımlarla evine yürüdü. Belli ki aklından bir şeyler geçiyordu. Eve girer girmez koltuğa yığılıverdi.
Saatler sonra uyandığında neredeyse akşam olmuştu. Başı kazan gibiydi. Kötü olan şu ki evde bir tane bile hizmetli bırakmamıştı. Üstünü başını toparlayıp okkalı bir kahve içmek için yan sokaktaki kahvehaneye gitti. O kahvesini yudumlaya dursun ben size aklından geçenlerden söz edeyim.
Fahri Bey dün gece o sokakta saatlerce beklediğinde; Melek mi desem Ayten mi desem, işte o kadının gerçekten kim olduğunu, kendisine bunları neden yaşattığını, meyhanenin camlarını neden kırdığını, Neco ile ne gibi bir ilgisi olduğunu öğreneceğine dair kendisine söz verdi. Ve tüm bunları öğrenmenin tek bir yolu vardı; o yol da meyhaneden geçiyordu. Patronla içki masası samimiyeti kurup her şeyi öğrencekti..
Diğer insanlar için günün bittiği Fahri Bey için ise henüz yeni başladığı o saatlere geldik. Fahri Bey kahvehaneden çıkıp meyhane yoluna koyuldu bile!
Burada işler yoluna girmiş gibi gözüküyordu. Camlar yeniden taktırılmış, etrafa çeki düzen verilmiş; dünkü harabeden eser kalmamıştı. Fahri Bey içeri girdiğinde yine her zamanki masasına oturuyor ve yine her zamanki gibi iki servis açtırıyordu. Patron ise kasanın başında özenle paralarıyla uğraşıyordu. Fahri bey rakısını yudumlarken patronu masaya çağırmak için doğru zamanı kolluyordu. Derken arka masada içkiyi epey fazla kaçırdığını sandığım adam  meyhanenin ortasına kusuverdi! Bu görüntü karşısında paraların güzelliğinden bile geçen patron olanca sesiyle :
-Mekânımı terk edin hemen! Çıkın dışarı, çıkın! diye bağırdı.
Tabağı çanağı devire devire dışarı çıkan adamın arkasından patron ayrı, garsonlar ayrı söyleniyordu. Fırsat bu fırsat Fahri Bey hemen olaya müdahil oldu :
-İçkinin olduğu yerde olur böyle şeyler, kimse kusur bellemez. Sıkma canını!
- Olur olmasına beyim ama her gün bir olaya da can dayanmaz !
İşte beklenen cevap da tam olarak buydu!
-Sahi, dün camları deviren o kadın kimdi?
-Ailevi bir mesele, boşverin.
-Canım laf olsun diye sorarım merak ettiğimden değil. Zaten arkadaşım da gelemiyor bu akşam, iki kadeh tokuştururuz diye...
-Bak işte şimdi gönlümü kazandın beyim! Hele bekleyiver işleri yoluna koyup geliyorum.
Fahri Bey iki dubleyi devirene kadar patron işlerini bitirip masaya gelmişti bile. Birbirlerine hiçbir şey söylemeden bakıp gülümsediler ve kadeh tokuşturdular. Havadan sudan konuşmalar havada uçuşurken Fahri Bey içten içe konuya nasıl giriş yapacağını düşünüyordu. Bir duble daha bir duble daha derken ikisi de iyice çakırkeyif olmuştu. Fahri Bey hâlâ düşüne dursun patron:
-Ahh Beyim Ahh… İnsan bir sevdaya tutulmasın, her şeyini kaybediyor. Yanlış anlama ha, evi-barkı, işi-gücü hepsi duruyor ; aklını, acıma duygusunu, mantığını kaybediyor.. Öyle duygular sarıyor ki vücudunu, insan ister istemez bu duyguların esiri oluyor. Bak mesela bana kendimi bildim bileli Ayten’e meftunum. Varsa yoksa Ayten, varım yoğum hep Ayten. O hiçbir zaman sevmedi beni. Beni sevsin diye senelerce gözünün içine baktım ama nafile. Biz nişanlıydık başka bir adama gönül verdi yine sesimi çıkarmadım, ne olursa olsun kabulümdür dedim aldım onu nikahıma..
Patronun her sözü Fahri Bey’de kaynar su etkisi yaratıyordu. Kaynar suyun etkisinden olacak yüzü kıpkırmızı olmuştu. Düşünüyor düşünüyor fakat bir türlü parçaları yerine oturtamıyordu.
-Peki kim olduğunu öğrenebildiniz mi o adamın?
-Adını sanını bilmem. Yalnız öyküsünü bilirim. Babasının çalıştığı yerde görürmüş o adamı. Orada kaptırmış gönlünü. Adam da çok sevmiş onu. İnan anlatırken bile tüylerim ürperiyor. Aylarca gizli gizli görüşmüşler. Hem beni kandırmış hem anasını babasını..
Bir gün babasının işten çıkacağı vakitler iş yerinin yan tarafına gelmiş aşığıyla buluşmaya. Babası çıkarken gözüne ilişmiş. Önce yanına gidecek olmuş, sonra durdurmuş kendini. Sinmiş köşeye, beklemiş. Bir de ne görsün idarî katta çalışan, babasının sürekli karşılaştığı uzunca bir adam.. Babası namuslu adamdır, çılgına dönmüş kızını başka bir adamla görünce. O sinirle eve gitmiş, tabi akşam kız eve gelince kavga kıyamet… O günden sonra apar topar evlendirdiler bizi. Tabii benim tüm bu olanlardan çok sonra haberim oldu. Evlendiğimiz günden beri düşman kesildi Ayten bana. Bu evliliğin sebebi olarak hep beni gördü, hep beni suçladı. Oysa sevmek suç mu günah mı? İnsan kimi seveceğini seçemiyor bazen. Bilemedim ben de gittim Ayten’i sevdim. Her gün bana o adamı anlattı
her gün bana o adamı anlattı
her gün…
Bu yarım kalan öykünün sonunda patron masaya sızıp kaldı. Fahri Bey ise kalbine saplanan bıçaklarla birlikte kalakakaldı. Yıllarca Meleğini beklediği o sandalyede Meleğini tamamen kaybetmişti. Paltosunu alıp çıktı.
Artık o iki kişilik masada Melek gibi Fahri Bey de yoktu...
                                                                                          Mutsuz Son

Yorumlar

Popüler Yayınlar