Ayrılık Metaforu

Günlerimi; ışık almayan, karanlığı içimin karanlığı ile yarışan bu odada geçirmeye devam ediyorum. Dışarıdan birkaç renkli kalemle karalanmış gibi gözüken duvarlarda ruhumun simsiyah gölgesi var.
  Yatağımın bulunduğu duvarda kırmızı kalemle koyu ve iri puntolarla yazılmış onlarca, belki de yüzlerce cümle var. Sağ ve sol tarafımda ise durumlar çok karışık. Cümleler birbirleriyle savaş halinde. İtalik ve pembe puntolu cümleler mavi ve yeşil puntolu cümlelerin şöhretine gölge düşürmüş. Tam karşımda bulunan duvarda ise hırçın bir zamanıma denk geldiğini tahmin ettiğim karalamalar, sonu ünlemle biten cümleler ve özenerek yazıldığı metrelerce öteden belli olan, duvarın önemli bir kısmını kaplayan o cümle  duruyor:

       “ COĞRAFYA    KADERDİR “
                                                                                                                 Ve dört tarafım acılarla çevrili..

    İbn-i Haldun bu sözün parmak uçlarımdan kalbime kadar etki edeceğini bilebilir miydi ? Peki sen bilebilir miydin aramızdaki her şeyi yalnızca iki kelimenin özetleyeceğini ?
                                                                                                                 Koca bir “AH! “ çekiyorum ve canlanıyor gözümde tüm mazi...

    Onunla 3 yıldır birlikteydik. Lise sıralarında aşık olmuştuk birbirimize. Küçücükken ortak olmuştuk hayatlarımıza. Yaşıtlarımızın yaşadığı inişli çıkışlı ilişkiciklerden gözle görülür bir ayrılığımız vardı.
“Bizi ölüm bile ayıramayacak“ tı. Evet, öyle de oldu. Bizi  ölüm değil Türkiye haritası ayırdı. Birbirine çok uzak, iki uç noktayı sağından solundan tutup çekiştirerek bir araya getirmeye çalışmıştık. Bu kadar çabaya hiçbir aykırılığın kayıtsız kalamayacağını sanmıştık. Zaman zaman başardığımızı düşünmüştük ve işte tam da bu noktada yenilmiştik. Öyle ya coğrafya kaderdi ve biz doğduğumuz yeri seçemezdik. Kadere karşı gelinir mi ? Haşa! Ama yapamıyorum, Ahmet Kaya çınlıyor kulaklarımda : “ Olmasaydı sonumuz böyle ! “
    3. yılın sonunda “ biz farklı coğrafyaların insanıyız“ der gibi ayırdık yollarımızı.
Koca bir üç yılı ucuz bir kağıt gibi buruşturup çöp kutusuna attık ve o günden sonra tek bir harf bile yazmadım kağıtlara.
 “ …. attık……. yazmadım “
İşte o , bu kadar kolay geçti birinci çoğul şahıştan birinci tekil şahısa...
   Günlerdir aralamadığım penceremi açıp biraz hava alacağım sanırım. Anlatırken tekrar yaşadım, yaşarken tekrar değişti ritmim ve daraldı nefesim. Derin bir oh çektim ve genişledi ciğerlerim. Neyse ki hayat; ayrı hayatları yaşarken aynı havayı soluma lüksünü sunuyor bize. Bin teşekkür!
 Mırıldanmayı bırakıp şu hikâyeyi sonlandırsam iyi olacak. Karşı duvarımda cümleler arasında kalan boşluklar canımı sıkıyor. Lüzumsuz renkli kalemlerimle lüzumsuz hayatımın zırvalıklarını karalamayı kendime bir vazife bildim artık…
 
    O günden sonra kendime gelmek biraz zamanımı aldı. Kağıt mendillerle geçen birkaç hafta, aniden gelen mesaj atma istekleri, çikolatalarla geçen öğünler, aralanmayan perdeler, açılmayan pencereler, bir maskaralıklar, bir kepazelikler sürüp giderken bünyemin mutsuzluktan hissizliğe geçiş evresine geliyoruz. Bu evrede takdir edersiniz ki bin bir türlü serserilik düşüyor aklıma. Coğrafyamdan memnun olmayan geçmişime hitaben yeni bir ütopya kurma arzusuyla yanıp tutuşuyorum fakat bir ütopya öyle kolay kurulmuyor sevgili insanlık. Fazlalıklardan arınmak gerekiyor, kamburdan kurtulmak gerekiyor. Bunun bilincinde bütün eşyaları döküyorum ortalığa.
 Kurumuş güller, kokulu kağıtlar, kalpli kolyeler, sayısı belirsiz fotoğraflar...
Yere göğe sığdıramadıklarımı çirkin bir çöp poşetine  sığdırıveriyorum, mukadderat..
İşte böyle karar veriyorum bir çırpıda silinenleri yazmaya. Neden mi duvarlara yazdım ?
Dedim ya , küstüm ben kağıtlara.

Dört tarafı denizlerle çevrili kara parçasından dört tarafı acılarla çevrili kara parçasına…
               
                                                                                                                           Emel ÇALIŞKAN

Yorumlar

Popüler Yayınlar